SUÇ ve CEZA

SUÇ ve CEZA HÂLÂ NEDEN OKUNUYOR?

Bazı yazarlar da vardır ki dünyanın her yerinde okur bulur kendine. “Klasik eserler” diye nitelendirdiğimiz kitapları okudukça kendinizi kitabın içinde bulursunuz. Evrensel yazar olmanın sırrını pek çoğumuzun okuduğu kitaplardan öğrenebilir, hiç tanımadığı halde hayranlık duyduğu yazarlardan anlayabiliriz. Eserlerinde ele aldığı konu bütün insanlığı ilgilendiriyor. Yazdıkları, anlattıkları her dinden, her dilden, her ırktan insanın kabul veya reddedebileceği türden. Kitabı okurken kendinizden, kentinizden, köyünüzden bir ize rastlıyorsunuz. Kitaptaki kahramanlar tanıdık geliyor size. Suç ve Ceza da bunlardan birisi, belki de en başta gelenlerinden.

Suç ve Ceza. Bir başyapıt, kült bir eser. Aradan iki asır geçtiği halde hâlâ okunuyor olması evrensel bir dili yakalamasından kaynaklanıyor ve bu kavramlar hâlâ tartışılabiliyor. Raskolnikov suçlu mu, değil mi? Kitabı okuyunca siz karar vereceksiniz.

Bir üniversite öğrencisi olan Raskolnikov, Alyona adındaki tefeci kocakarıya rehin vererek borç alır. Ekonomik durumu kötüleştiği için okulu da bırakır. Bir gün meyhaneye gider; çok kötü kokan pis bir yerdir burası. Orada memur Marmeladov’la tanışır ve sabırla onun hayat hikâyesini dinler…Günün birinde, Dostoyevski’nin kendi ifadesiyle “tefeci kocakarıyı” öldürür. Baltayla işlediği bu cinayeti tasarlar, ruhunda gelgitler yaşar. Bu arada sırf görgü tanığı olduğu için kocakarının kız kardeşi Lizaveta’yı da öldürmüştür. Suçluluk duygusu yaşarken biraz olsun normalleşebilmek için Razumihin adındaki arkadaşından kendisine ders verebileceği öğrenci bulması konusunda yardım ister.

Kız kardeşi Aydotya’nın istemediğini düşündüğü birisiyle evlendirilmek istenmesi üzerinden aile hayatını anlatır. İnsanların, sevdiği için nasıl fedakârlık yapabileceğinin, kendini nasıl feda edeceğinin can alıcı örneklerini sunar bize.

Borcunu ödemediğinden dolayı karakola çağrılır ama o karakola niçin çağrıldığını önceden bilmediği için, işlediği cinayeti öğrendiklerini zannederek telaşlanır. Daha sonra gittiği sorgu yarcının yanında ifade verirken suçluluk ve insan psikolojisi üzerine etkileyici tahliller yapar.

Bu arada bir araba kazasında Marmeladov ölür. Raskolnikov cebindeki tüm parayı cenaze masrafları için ölen memurun karısına verir. Yaralı haliyle Marmeladov’la ilgilenirken onun kızı Sonya ile tanışır ve ona ilgi duymaya başlar.

Kızkardeşi ile arasını açtığını düşünen kızın nişanlısı intikam almak için Sonya’ya iftira atar. Raskolnikov sevdiği kızı, Sonya’yı temize çıkarır. Bu arada cenaze yemeğindeki tatsız olaylardan etkilenen ve zaten verem hastası olan memurun eşi Katerina İvanovna çocuklarını geçindirebilmek için sokaklara düşer, uğradığı haksızlıklar karşısında adalet aramaktadır. Perişan bir halde sokakta koşarken ağzından kan boşanır, eve getirirler tedavi edilmesi için ama artık çok geçtir, Katerina ölür…

Raskolnikov vicdanının sesinden kurtulamaz ve yaşlı kadınla kardeşini öldürdüğünü Sonya’ya anlatır. Zaten kitabın sonunda da cinayeti işlediğini itiraf eder ve Sibirya’ya gönderilir.

Sürükleyici ve etkileyici bir roman. Okuru kendisine bağlayan ve sizi de Raskolnikov’la birlikte adalet peşinde koşturan bir eser.

Bu arada Dostoyevski dini sorgulamalar da yapar. Kitapta dindar insanlarla birlikte dinsiz olanlar da yer alır. Raskolnikov inanmak ve inanmamak arasında ciddi bir gelgit yaşar. Dostoyevski roman içerisinde yer yer peygamberimizin de ismini anar. İslam’ı uzaktan uzağa araştırdığının belki de ilgi duyduğunun ipuçlarını sezersiniz romanı okurken. Artık Tolstoy ve Puşkin gibi Rus yazar ve şairler başta olmak üzere o dönemde pek çok kişinin İslâm’a ilgi duyduğunu, Kur’an’ın Rusça tercümelerinin yapıldığını bugün daha net olarak biliyoruz.

Zulme başkaldıran çocuk Raskolnikov

Elbette koskoca bir romandan birkaç cümleyi çekip almak doğru değil. Her okur farklı bir açıdan bakabilir romana. Kendi penceremden dikkatimi çeken bazı bölümleri sizlerle paylaşmak ve yine kendi bakış açımla yorumlamak isterim:

“Acımak! Bize ancak, herkese acıyan acıyabilir, herkesi ve her şeyi anlayan. O tektir ve en büyük yargıçtır.”

(Şuç ve Ceza, 2012:27)

Roman kahramanına bu sözü söyleten Dostoyevski tevhid inancını haykırmıyor mu açıkça?

Raskolnikov çocukluğunda babasıyla birlikte gezerken bir adamın atını öldürdüğüne şahit olur ve çocuk haliyle atın yanında yer alır. At zulme uğramıştır çünkü ve zalim sahibinin kırbacına aldırış etmeden atın yanına koşar ve o sahneyi şöyle anlatır bize:

“Bir çığlık atıp, kalabalığı yararak beygire doğru koştu, onun kan içindeki başına sarılıp, gözlerinden, dudaklarından öpmeye başladı. Sonra birden öfkeyle yerinden fırladı, küçücük yumrukları sıkılı Mikolta’ nın (atın sahibi)üzerine atladı. Epeydir oğlunun ardından koşup duran babası onu tam bu sırada yakaladı ve çekip kalabalıktan çıkardı. Çocuk (Raskolnikov) sordu: babacığım! Zavallı…hayvanı…niçin…öldürdüler?”

(s.72)

Biliyorum; Cengiz Aytmatov’un “Elveda Gülsarı”sı, Anton Çehov’un hikâyeleri ve Abbas Sayar’ın “Yılkı Atı” gezinmeye başladı içinizde…

İnsanoğlunun hayata dört elle sarıldığını, ne kadar zor şartlarda olursa olsun yaşamanın ölmekten daha güzel olduğunu, ölümün temenni edilen bir şey olmadığını da şu ilginç örnekle anlatıyor:

“İdam mahkûmunun biri ölümden bir saat önce, yüksek bir dağın tepesinde, ancak iki ayağının sığabileceği kadar daracık bir yerde yaşaması gerekse, çevresindeyse uçurumlar, okyanuslar, sonsuz karanlıklar, fırtınalar ve yalnızlık olsa, yine de o bir avuç yerde ömrü boyunca, binlerce yıl, sonsuza dek yaşamanın, o anda ölmeye yeğleneceğini söylemiş. Yeter ki yaşasın! Yalnızca yaşasın…”

(s.195)

“En eskilerden başlayıp, Likurg, Solon, Muhammed, Napolyon ve sonrakilerle sürüp giden insanlığın tüm kurtarıcıları, yasa koyucuları, başka hiçbir nedenle değilse bile, yalnızca yeni yasalar koydukları, böylece de toplumun kutsal saydığı, babadan kalma eski yasaları çiğnedikleri için, ayrımsız hepsi birer suçluydular.”

(s.323)

Mekkeliler de peygamberimizden yeni getirdiği dini bırakmasını istememişler miydi? Atalarının yaşadığı gibi yaşamak arzusunda değiller miydi? Kur’an “Ya atalarınız hata yaptıysa” ilahi ihtarıyla onları uyarmamış mıydı? Ayrıca, Dostoyevski tarafından peygamberimizin insanlığın kurtarıcıları arasında sayılmış olması, bu itirafın onun ağzından yapılması da önemli bir nokta değil midir?

“Tanrı’ya inanıyor musunuz? Merakımı bağışlayın. ‘İnanıyorum’ dedi Raskolnikov, başını kaldırıp Porfiri’ye (yargıç) bakarak, Peki ya Lazar’ın dirilişine? ‘Buna da inanıyorum.’ Niçin soruyorsunuz bunları bana?” (s.325) Yargıç da olsa kimse Allah’ın sorgu meleği değil. İnsanların inançlarını sorgulamak, yargılamak Hakîmler Hakîmi varken kimin haddine? 

“Diyelim, bir adam ya da bir delikanlı, günün birinde kendini, tabii geleceğin bir Likurg’u ya da Muhammed’i gibi görmeye başlarsa, yallah deyip önündeki engelleri kaldırmaya girişecektir. Kuşkusuz uzun bir savaş bulunmaktadır önünde… Vicdanı olan, hatasının da bilincindeyse, varsın acı çeksin. Bu, kürek cezasına ek olarak ona ikinci bir cezadır.”

(s.329)

İnsan herkesi kandırabilir ama bir kendini bir de Yüceler Yücesini kandıramaz. İşlediği bir suçtan dolayı mahkemeler insanı temize çıkarsa bile idrak sahibi bir kimse vicdanının kendisine verdiği cezadan kurtulabilir mi? İnsanın içini kemirmez mi o suç bir kurt gibi?

“Atının üzerinde yalın kılıç nara atan peygamberi ne güzel anlıyorum: Allah’ın emri bu, ‘ey titreyen yaratık’ (Puşkin’in Kur’an’ı taklit şiirinden) boyun eğ! Bataryasını sokağın ağzına yerleştirip, herhangi bir açıklama yapmaya bile gerek görmeden ve suçlu suçsuz demeden ateş açan peygamberin çok, ama çok hakkı var. Boyun eğ ‘titreyen yaratık’ ve istek duyma, sen, isteyemezsin, bu senin işin değil… Ah! Hiçbir zaman, hiçbir zaman bağışlamayacağım şu kocakarıyı…”

(s.343)

Bu cümleleri okuyunca “Ey örtüsüne bürünen peygamber! Kalk ve uyar!” diye peygamberimize hitap eden Müddesir Sûresinin ilk ayetleri gelmedi mi dilinize?

İnsanın gerçek yuvası
ana yüreğidir

Yıpranmış, horlanmış, çekmediği çile kalmamış bir kadının, adalet arayan bir ananın ağzından dökülen cümleler:

“Gözleri alev alev, birden bir çığlık attı: Tanrım! Adaletin yok mu? Bizi, bizim gibi yetimleri korumayacaksın da kimi koruyacaksın? Ama göreceğim! Mahkeme de var, adalet de bu dünyada! Ben bulacağım. Bekle sen Allahsız kadın! Poleçka, sen çocuklarla kal, ben şimdi dönerim! Sokakta bile olsa bekleyin beni! Adalet var mı yok mu göreceğim!”

(s.505)

Anne şefkati gizli satırlarda. Evsiz barksız da olsa, sokakta da kalsa ana yüreği çocukların her zaman yuvasıdır.

İnsan çoğu kez elindeki hazinenin farkında olmaz. Sahip olduğu kıymetleri unutur da boş şeylerin peşine düşer. Romanda yer alan bir şiirle şair açıyor gözlerimizi: “Senin elmasların var, incilerin var/ Senin çok güzel gözlerin var/ Genç kız daha ne istiyorsun?” Yaratılmış en harika varlıkken ne garip şu insanoğlunun başka harikalar araması. Şair kızı tarif ederken şiirinde, Neşet Ertaş’ın “Seni seven oğlan neylesin malı?” dediği “Acem Kızı” türküsü yaktı yüreğinizi biliyorum…

Şüpheyle iş görülmez. Fıkıh kitaplarımızda şüphenin abdesti hatta namazı bozmadığı yazılıdır. Dostoyevski, konuyu çok güzel açıklayan bir atasözüne de yer vermiş romanda:

“Yüz tavşandan bir at olmayacağı gibi; yüz kuşkudan da bir delil oluşturulamaz.”

(s.563)

Meşhur hukuk kuralıdır: Suçu ispatlanana kadar kişi suçsuzdur.

“Beterin beteri vardır” sözüne hak verdirecek bir cümlede de Raskolnikov’un suçlu olup olmadığının da ipuçları vardır aslında:

“Yine iyi ki şu kocakarıyı öldürdünüz! Ya başka bir teori geliştirmiş olsaydınız da bundan yüz milyon kez daha çirkin bir iş yapmış olsaydınız.”

(s.575)

İnsan her şeyden, herkesten kaçtığını zanneder ama asla yalnız değildir. Nereye giderse gitsin vicdanının sesi onu takip edecektir.

“Hayır, kaçamazsınız. Nereye kaçacaksınız? Neye dayanacaksınız? Kaçaklık ne demektir, biliyor musunuz? İğrenç ve zor bir hayattır bu; sizinse her şeyden önce belirli bir düzene dayanan bir hayata ve buna uygun bir havaya gereksinimiz var. Bu havayı kaçaklıkta mı bulacaksınız?”

(s.578)

Dünyanın en zor işi

“Dünyada açık yüreklilikten zor ve övmeden kolay bir şey yoktur. Açık yüreklilikte yüzde bir değerinde bile olsa, bir nota falsolu oldu mu, uyumsuzluk hemen fark edilir; övmede ise baştan sona bütün notalar falsolu olsa bile, yine de kulağa hoş gelir… Namus tanrıçası olarak nitelendirilen bir kızı övme ile baştan çıkarmak mümkündür.”

(s.595)

 Ne diyelim genç kızlar kendini her övenin albenili sözlerine kapılmasınlar…

Şimdi, Hz.Peygamberin “Sizi övenlerin yüzüne bir avuç toprak atın” hikmetli sözü nasıl hatırlanmaz. Yüzümüze karşı bizi övenlerden uzak durmamız tembihlenmiyor mu? Yüzümüze karşı acı söz söyleyenler gerçek dostlarımız değil mi?

Romanın iskeletini oluşturan Raskolnikov’un kendine özgü teorisi ise şöyle:

“Amaçlanan şey iyi ise, işlenecek bir cinayet uygun görülebilir… Bu teoriye göre insanlar ikiye ayrılıyor. Bir, malzeme olanlar, iki, özel insanlar. Özel insanlar, yüksek durumlarından dolayı hiçbir yasaya bağlı değillerdir, hatta tam tersine, malzemeler için yani süprüntüler için kendileri yasa yapanlar… Kendi halinde bir teori işte…” (s.649)

Bir romandan bahsettiğimizi tekrar hatırlatarak ifade edelim ki, bizim inancımıza göre yaratılışta bütün insanlara verilen özel haklar vardır ve bir tarağın dişleri gibi insanlar eşittir. Elbette herkesin kabiliyeti aynı değildir ve insanlar kabiliyetleri ölçüsünde sorumludurlar… 

Dostoyesvski’nin tanışmak istediği yeni hayat

Kitabın bitiriş bölümü de çok ilginç:

“Yastığının altında bir İncil vardı. Kendisi de farkında olmadan eli kitaba uzandı. Sonya’nındı bu İncil. ‘Lazar’ın Dirilişi’ni Sonya bu kitaptan okumuştu ona.”

(s.686)

Demek kurtuluş kitaptan uzaklaşmakta değil, ona dokunmaktaydı. Sayfaları arasında keşfedilmeyi bekleyen hakikatlerle tanışmaktaydı. İçi bunalan, gönlü daralan insanın ferahlayacağı limandı kitap…

“Ama burada yeni bir öykü başlıyor: Bir insanın yavaş yavaş yenilenmesinin, yeni bir hayat bulmasının, bir dünyadan başka bir dünyaya geçmesinin, hiç bilmediği yepyeni bir gerçekle tanışmasının öyküsü.”

(s.687)

Acaba bir insan nasıl yenilenecekti? Dostoyevski’nin tanışmak istediği yeni hayat nasıl bir hayattı? Başka dünya dediği yer neresiydi? Neydi yeni başlayan hikâye? Yoksa o da çağdaşları gibi, Tolstoy’un Astapava tren istasyonunda aradığı gerçeğin mi peşindeydi? Ne dersiniz?

Yazının PDF dosyasını indirmek için tıklayın

bir yorum bırakın